şans vermek yok, zaman kaybetmek var!


çok yorgunum.

geçen ay leyleği havada görmüş olmalıyım bu ay gerçekten çok seyahat ettim. izmir-istanbul-safranbolu-istanbul-gaziantep-istanbul yapmış bulunuyorum an itibarıyla 3 hafta içinde.

işler filan deli gibi birikti.

bu arada adrien aradı. kendisine bir başkasına aşık olduğumu söyledim ve 'dostça' görüşmeye başladık. hayatı pek iyi gitmiyor anladığım kadarıyla. ama bu halde bile beni sinirlendirmeyi başarıyor. bu akşam aramış, bir saat sonra gördüğümde yazdım kendisine. bu arada uçak dön babam dön havaalanının içinde turlayıp duruyor. yemek teklifini geri çevirdim ama kahve içmeyi teklif ettim. e ben de yorgunum, çalışmam gerek, haftalardır eve doğru düzgün uğramadığım için etrafı bok götürüyor. mutfağın kapısını açıp içeri bakmaya tahammülüm yok. eve geçer, valizleri bırakırım. sonra dışarda kahve içip bir şeyler atıştırıp döner çalışırım, diye düşünüyorum. neyse. öyle yapalım böyle yapalım, derken. hasta olduğu aklına geldi. sonra görüşelim, deyip caydık. ben kahvemi içip geldim, tek başına.

* * *

şu aramızda saçma sapan bir yakınlaşma olmasını arzu etmediğim half blood ingiliz 'bir arkadaşım'la da aramızda saçma sapan bir yakınlaşma oldu. birkaç gün önce. yatmadık. hatta öpüşmedik bile. benim odamda çıkıp kaybolan böcek yüzünden salonda birlikte uyuduk. gece bana sarılmış, boynumu öpen bir adam vardı. sabah ikimiz de yataktan çıkmak istemiyorduk. aramızda da saçma sapan diyaloglar dönüyordu. etrafımdaki çok pardon ama 's.kim hıyar diyene bir avuç tuzla koşan' bir grup kadın arkadaşımın da katkılarıyla ki gerçekten çabalayan bir adam gördüğümü de düşünüyorum, benim kafam karıştı. 'şans ver, şans ver' diye ciyaklayan seslere ve karşımdaki adamın çabasına kayıtsız kalamadım. zaten bi de böyle şehir dışındayken özlediğimi filan hissettim. bir şey olduğunda ona haber verme ihtiyacı duyuyordum. ben aramasam "hayırdır, kafasını ütüleyecek başka birini mi buldun' diye o iletişime geçiyordu. nitekim dün tuhaf kokular almaya başladım kendisinden. bugün çıt yok. bakalım yarın ne olacak? eğer yarın kendisinden ses çıkmazsa, ilk aradığında ki ben aramayacağım için arayacağından eminim, yanıtım net olacak: 'elini görüyor ve artırmıyorum. çekiliyorum şekerim, kendine yeni oyun arkadaşları bul. mesafe koyalım' diyeceğim. tam olarak bu cümlelerle.

* * *

yani gerçekten bu gerizekalılara baktıkça mr white nights'ın imkansız aşkını beklemek onun için çabalamak daha anlamlı geliyor. cidden! türk erkeğini artık anlık heveslerin insanı olarak tanımlıyorum. regl olduklarına inanıyorum hatta. dertsiz başa dert açmak gibi geliyorlar. herbiri kendi klasmanında apayrı, nev-i şahsına münhasır dertler hem de. yani bu adamlarla çocuk filan yapmayı öyle uzun soluklu planları filan bırak iş çıkışı akşam programı bile yapılmaz. valla! o yüzden de en ufak bir yakınlaşma halinde bile koşarak kaçmak istiyorum. içimdeki "uzaaaa uzaaaaa" diye ciyaklayan kadına kulak vermek zorunda hissediyorum kendimi.

ps: eskiden olsa kızmaz hatta umursamazdım. ama bir gerizekalıyla ve onun sikimsonik projeleriyle o kadar zaman kaybettim ki vaktim çok değerli artık. planlı, programlı, sözüne sadık olmayan, yiyemeyeceği boku vaat edip duran, gerçekle bağı zayıf, kafasına estiği zaman gelmek kafasına estiği zaman gitmek isteyen, ben merkezci, seni ona tâbi olmak zorunda bırakan filan herhangi bir insana en ufak tahammülüm yok.

ps II: ay gerçekten var mı acaba bana göre biri dünyanın herhangi bir yerinde? ve daha önemlisi, biz bulabilecek miyiz birbirimizi?

ertesi sabah eklemlenen edit: evet, gece 3'te aklına gelmişim bir an, mesaj aldım kendisinden. sinirim hafifledi.

sevgiler
jk


Comments

Popular Posts