ve tanrı iskandinav erkeklerini yarattı


genelleme içermez. bugüne kadar sadece bir iskandinav erkeği  ile tanıştım ve muhteşem zaman geçirdim. tutuldum evet ama herkes birbirine o kadar dostane ve arkadaşça yaklaşıyordu ki çocukla tanıştığım günden başlayarak ve gidişini takip eden bir hafta boyunca her ama her gece -hiç abartmıyorum- rüyamda görüp durdum. ta ki kendime "sanırım ben mr white nights'tan hoşlandım"ı itiraf edene kadar...

internette de küçük bir araştırma yaptım, dünyanın çok çeşitli yerlerinden kadınlar ve norveçli erkekler norveç erkekleri hakkında bir şeyler yazıp çizmiş. özetle; hissettiğim/gözlemlerim ve okuduklarım bu adamlardan şahane iyi koca olacağına işaret ediyor.

mesela daha yeni tanışılmıştır. hadi ben türk kahvesi yapayım size, denir ve mutfağa gidilir. tam bir dakika sonra kapıdan kocaman masmavi gözleri olan sevimli ama bir o kadar kemikli bir surat uzanır: "yardıma ihtiyacın var mı?"

"hayır, teşekkür ederim" dersin mesela gitsin diye. gitmez kafayı takiben vücut da kapı aralığından içeri süzülür usulca. göz ucuyla bakarsın, o da gözlerini kocaman açmış mutfağın içini inceliyordur. sonra sorular sormaya başlar, "o ne bu ne, bunu nasıl yapıyorsun, niye öyle yapıyorsun bla bla."

hiçbir şey yapmasa da hayır cevabını almak yetmez ona her defasında ben işimi bitirip içeri girene kadar geyik yaparak bana eşlik eder. sonra ufak tefek işler vermeye başlarsınız büyük bir ciddiyetle maydonoz, nane ayıklar, yemek tarifi alır. bulgura bülgür der. geldiğinde kapıların üstünde çarşaf nevresim kuruttuğumu gördüğü için birkaç gün sonra yıkadığı tişörtlerini kapıların üstüne asar. akşamları bik bik gelip gün içinde yaptıkları her şeyi anlatır. ama aslında baya da az konuşur bu adam bi taraftan da. utangaçtır biraz.

hatta -benim henüz bir ayakkabılığım yok, kapının yanında 4-5 çift ayakkabı yan yana duruyor- duvar ve ilk ayakkabı çifti arasında bir çift ayakkabı sığacak kadar yer olduğunu görüp kendi ayakkabılarını o araya sığdırmaya çalıştığını görürüm bir akşam.

bir başka akşam ne zaman geleceklerini sormak için camın önünde onu aramaya hazırlanırken - yüksek giriş benim evim- aşağıdan biri zıplar "yo" diye. sonra da korkmadın mı, diye sorar yine o kocaman mavi gözlerini şaşkın şaşkın açıp. alandaki tüm görsel enformasyonu içine çekmek ister gibidir o gözler.

elinde bademli magnumla gelince, "a en sevdiğim" diye ciyaklarsın mutluluktan uçar, kendisiyle gurur duyar ve bunu dışardan bakan bir göz olarak kesinlikle fark edersin. yemek yaparsın, anlatmalara, teşekkür etmelere doyamaz. falan filan. sonra sersem sersem ayrılık vakti geldiğinde küçük bir çocuk gibi  tabağına sarılır ve "gitmek istemiyorum, lütfen biraz daha yemek istiyorum ben çok mutluyum, gitmesek" diyebilir. sonra gider ve ne olduğuna anlam veremediğin bir şekilde dolu dolu gözlerle yediği zeytin çekirdeklerine bakarken bulursun kendini.


Comments

Popular Posts