ayna ayna söyle on(lar)a!



 erkeklerin aynaya bakınca istisnasız hepsinin kendisini bir brad pitt bir johnny depp gibi gördüğüne dair bir teorim vardı. geçen gece olanlardan sonra bu teorimi kanıtladığımı söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. neighbor d vasıtasıyla tanıştığım ama tanışıklığımızın da yeni sayılamayacağı bir arkadaşımla geçen gece içtik. bu arkadaşımın -ona tekrar bir post konusu olma ihtimalinin çok düşük olması hasebiyle bir isim vermiyorum- benimle ilgilendiğini bildiğim için durumu da kontrol altında tutmaya özen gösteriyorum. o da arada iltifatlar ediyor. ben de savuşturuyorum filan, bi taraftan da kafalar güzel olduğu için izlediğimiz saçma sapan videolara inanılmaz gülüyoruz.

neyse iltifatlar ellerimin parmaklarımın güzelliğinden vücudumun güzelliğine -ki gerçekten abarttığına yemin edebilirim amacı belli o iltifatların, gayet ortalama bir kadınım- kaydığında olay mahallini süratle terk etmem gerektiğinin farkına vardım ve saat de gece 3'e geliyordu. her ne kadar bizim karşılıklı iki kanepede uyumuşluğumuz da olsa... (aslında ben pek uyumamıştım, sağı solu belli olmaz bu denyonun diye sokakta yaşayan bir kedi ne kadar uyuyorsa ben de o kadar uyumuştum ama sonuçta o da sınır ihlali yapmamıştı.)

benim evden gitmek için hızlı bir neden bulmam gerekiyordu ama kılıfına da uydurmam gerekiyordu, kaçtığımı düşünmesini istemiyordum zira bunun onu peşimden koşmak konusunda teşvik edeceğinden emindim. derken buldum! eski sevgilimle ilgili kafa ütülemeye başlamak evden çıkışımı kolaylaştıracaktı. konuyu bir iki iteklemeyle adrien'a getirdim ve ona feysbuktan adrien'ın fotolarını gösterdim. işte teorimi kanıtlamamı sağlayan doğal şartlar da tam bu sırada oluştu. adrien'ın fotolarına bakan arkadaşım ki ikisi "biçim" itibariyle gerçekten kıyaslanamazlar, bana "ben bu adamdan yakışıklıyım değil mi," diye sordu. (adrien şimdiye kadar aşık olduğum, birlikte olduğum tüm adamlar içinde gerçekten "en güzel" olanıydı -kadınsı bir güzellikten söz etmiyorum-. adrien'ı barda ilk gördüğümde -ki aklım ve kalbim tamamen nathaniel'da olmasına karşın- "vaay çok hoş adam ama bana bakmaz ki, demiştim kendi kendime.) yanıt belliydi aslında: "oha kendini adrien'la mı kıyaslıyorsun? puhahahaha" ama şimdi söz konusu insan arkadaşın olunca ne desen olmaz, yanıt vermemek olmaz, yanıt vermek hiç olmaz. iyice sıkıştım. artık durum keyif vermekten de iyice uzaklaştı. kaçıp gitmeliyim ama daha önce gitmeye yönelik yaptığım tüm hamlelerin de önü başarıyla kesilmiş. düşünsenize iddiamı kanıtlamanın haklı gururunu bile yaşayamıyorum, o haldeyim. konsantrasyonumu toparlayıp adrien'dan söz edemiyorum çünkü çalışmadığım yerden bi soru gelmiş, sıkışmış haldeyim ve fena halde sinirlenmeye başlamama ramak kalmış!

işte o anda can havliyle konuya giriş amacımı anımsattım kendime. madem ne rahat rahat eğlenebiliyordum ne de kendi irademle kırıcı olmadan çıkabiliyordum o evden, o zaman bu konuyu buraya getirdiğine pişman edecektim onu -kırıcı olmadan-, diye düşünüp başladım tekrar kaldığım yerden anlatmaya. detay vermek konusunda ne kadar iyi olduğumu bilenler bilir, adrien'la ve nathaniel'la olup bitenleri ta en başına dönüp "bak sen anlamadın, şeyi kaçırdın," filan deyip bütün detaylarıyla ve olanca hızımla anlatmaya başladım. haha :) şimdi bile hem çok utanıyorum hem çok gülüyorum. verdiğim ilk "es"te arkadaşım "josephine'ciğim ben istemez miyim seninle sabaha kadar takılmayı ama sabah çok erken gidiyormuşsun işe" diyerek çantamı kolumdan geçirmeye uğraşıyordu. işte o an durdum, tüm dişlerimin göründüğünden emin olduğum bir gülümsemeyle "hay allah hikayenin de en heyecanlı yerinde kalmıştık ama" deyip büyük bir mutlulukla çıktım evden. sonra sonra da çok güldüm hatırladıkça.

fazla romantik komedi izlemenin bünyemde "overdose" etkileri olduğundan söz etmiştim. hatta alfonso'yla olan ilişkimin mimarı o dönem izlediğim romantik komedilerin toplamı bile sayılabilirdi. ama en azından bazı yararlı ipuçları da var romantik komedilerin. o gece hem bunu görmüş hem erkeklerin "kendilerinin farkında olmadıkları" konusundaki tezimi test edip doğrulamış oldum.

ya yaaa...

sevgiler
jk

ps: yine bir gazetede en başa aldım kariyerimi. üç basamak çıkıp dört basamak inerek yada iki basamak çıkıp iki basamak inerek yerinde sayan bir kariyer ve artan bir hızla yükselen bir yaş grafiğim var, söylemiş miydim!

Comments

  1. tek blogun linkini kaç sözlük başlığında kullanacaksın acaba. o bi'şey değil de kullandığın etiketlere bi bak yav :D

    ReplyDelete
    Replies
    1. bilmem kaç konu bulabilirsem içeriğe uygun hepsinde kullanabilirim :) etiketlerin nesini beğenmedin? etiketleme konusunda sıkıntılar yaşıyorum aslında. tavsiyelere açığım :)

      Delete
    2. Su yaziya baslik olarak minareden at beni in asagi tut beni olabilirdi mesela

      Delete
    3. hımmm ilginç :) bu postta kısmet değilmiş ama bir başka postta güzel bir başlık olabilir.

      Delete

Post a Comment

Popular Posts